YARGITAY KARARI – HUKUK GENEL KURUL KARARI – Denetime Elverişsiz Rapor – Eksik İnceleme
Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen 11.11.2021 tarih, 2017/2079 Esas ve 2021/1399 Sayılı Kararında özetle;
1.Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 8. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin kararın davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2.Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3.Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
- YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4.Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin nüfusa kayıtlı olduğu Küçükçekmece İlçesi Nüfus Müdürlüğünden nüfus cüzdanının kopyalanıp, kimliği belirsiz bir kişinin fotoğrafı kullanılmak suretiyle sahte nüfus cüzdanı çıkartıldığını, başka kişilerin de aynı eyleme maruz kaldığını, İzmir 7. İcra Müdürlüğünün 2006/7401 sayılı dosyasındaki alacağın da sahte kimlikle ve kimliği belirsiz kişilerce bankadan açılan kredi hesabına ilişkin olduğunu, müvekkilinin bu borçla bir ilgisinin bulunmadığını, davalı bankaya hiç gitmediğini, hesabı bulunmadığı gibi kredi çekmediğini, imza da atmadığını, icra takibindeki adreslerin müvekkilinin adresi olmadığından icra takibinden de haberi olmadığını ve borca itiraz edemediğini, 2009 yılının Aralık ayında maaşına gelen haciz nedeniyle icra takiplerini öğrendiğini, icra dosyaları için menfi tespit davaları açılmaya başlandığını ileri sürerek müvekkilin söz konusu icra takibi ve takip sonucu verilmiş aciz vesikası ile ilgili borcunun olmadığının tespitine, icra takibinin ve aciz vesikasının iptaline, müvekkilinin mağdur olmaması için teminatsız olarak tedbiren icra takibinin durdurulmasına, davalı taraf aleyhine alacağın %40’ından az olmamak üzere haksız takip tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5.Davalı vekili cevap dilekçesinde; iddiaların kötü niyetli ve borçtan kurtulmaya yönelik olduğunu, kredi veren müvekkili ile dava dışı … Ayakkabı Çanta Ürünleri San. Tic. Ltd. Şti. arasında genel kredi sözleşmesi yapıldığını, belirtilen sözleşmenin davacı tarafından kefil sıfatıyla imzalandığını, borçlular hakkında icra takibi yapıldığını ve sonucunda 14.10.2009 tarihinde aciz vesikası alındığını, konunun yargılamayı gerektirdiğini, bu nedenle davacının tazminat isteminin yasal dayanaktan yoksun olduğunu, olayda asıl zarara uğrayanın temlik eden banka, dolayısıyla müvekkili şirket olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6.İzmir 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 04.03.2014 tarihli ve 2012/113 E., 2014/85 K. sayılı kararı ile; alınan bilirkişi raporuna göre İzmir 7. İcra Müdürlüğünün 2006/7401 sayılı dosyasında takibe konu edilen 19.12.2005 tarihli ve 20.000TL bedelli kredi sözleşmesinde davacının müşterek borçlu müteselsil kefil olarak gösterildiği ismi altındaki imzanın davacıya ait olmadığı dolayısıyla davacının icra takibine konu 17.102,74TL’den sorumlu ve davalıya borçlu olmadığı, gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7.İzmir 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8.Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 13.11.2014 tarihli ve 2014/11675 E. 2014/16178 K. sayılı kararı ile;
“…(1) Davacı vekilinin katılma yolu ile verdiği temyiz dilekçesinin süresinde olmadığı, temyiz defterine kaydedilmediği ve harcının da ikmal edilmediği anlaşıldığından, davacı vekilinin temyiz isteminin bu nedenle reddi gerekmiştir.
(2)Hükme esas alınan raporlar mukayese belgeler açısından yeterli incelemeyi içermediği gibi, hangi belgelerin mukayese belge olarak kabul edildiği de rapor içeriğinden tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu nedenle mahkemece, davacının gerek sözleşme tarihinden önce (yakın tarihli), gerekse sözleşme tarihinden sonra (yakın tarihli) attığı samimi imza asıllarının toplanarak, takip dayanağı sözleşmedeki ve diğer belgelerdeki imzanın davacıya ait olup olmadığı konusunda yeterli incelemeyi ve değerlendirmeyi içeren bir bilirkişi raporu (Adli Tıp Kurumu, Grafoloji Uzmanı, vs.) aldırılarak, varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir,…” gerekçesiyle (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
9.İzmir 5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 04.06.2015 tarihli ve 2015/234 E., 2015/457 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, bozma ilamında hükme esas alınan raporda incelenen belgelerin açıkça belli olmadığı ve yeterli incelemenin yapılmadığı belirtilmiş ise de 11.12.2013 tarihli tutanakla tevsik edilen ve mahkemece toplanan 19.12.2005 tanzim 20.000TL bedelli senet, bir adet müşteri genel hizmetleri sözleşmesi aslı, bir adet şirket özel internet şubesi kaydı, İzmir 8. Noterliğinin ihtarnamesi ile İzmir 5. Noterliğinin imza sirkülerinin inceleme yapılmak üzere tevdi edildiği, bilirkişinin de bu belgeleri inceleyerek raporunu düzenlediği, ancak incelemeye ilişkin açıklamada bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10.Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
- UYUŞMAZLIK
11.Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosya kapsamına, alınan bilirkişi asıl ve ek raporlarına göre eldeki davaya ilişkin icra takibine konu edilen 19.12.2005 tarihli ve 20.000TL bedelli kredi sözleşmesinde davacının müşterek borçlu müteselsil kefil olarak gösterildiği ismi altındaki imzanın davacıya ait olmadığının anlaşılıp anlaşılamadığı, buradan varılacak sonuca göre mahkemece Özel Daire bozma kararında belirtildiği şekilde yeni bir inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12.Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konunun ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13.Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukukî ilişkinin mevcut olmadığının (yok olduğunun) tespiti için açılan davaya menfi (olumsuz) tespit davası denir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı (Kuru-El Kitabı), İstanbul 2013, s. 346).
14.Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra ve İflâs Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında ya da icra takibinden sonra borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Bu dava maddi hukuk ve usul hukuku bakımından genel hükümlere dayalıdır ve normal bir hukuk davası olarak açılır.
15.Eş söyleyişle kendisine karşı icra takibi yapılmış olan borçlu, ödeme emrine itiraz edilmemiş veya itiraz edilmiş olmakla birlikte yerinde görülmemiş olması sebebiyle icra takibi kesinleşse dahi maddi hukuk bakımından borçlu olmadığını ileri sürebilir. Bunun için, takip devam ederken alacaklıya karşı menfi tespit davası açabileceği gibi, böyle bir menfi tespit davası açmamış ve borcu cebri icra tehdidi altında ödemiş ise ödemiş olduğu paranın kendisine verilmesi için alacaklıya karşı istirdat davası açabilir (Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukukunda Menfi Tespit Davası ve İstirdat Davası, Ankara 2003, s. 233).
16.Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, menfi tespit davası icra takibinden önce sonuçlanmaz ve ihtiyati tedbir kararı verilmemiş olması (veya ihtiyati tedbir kararının kaldırılması) nedeniyle, (menfi tespit davası görülmekte iken) borç alacaklıya (davalıya) ödenmiş olursa, menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam edilir (m.72/6); yani menfi tespit davası (kendiliğinden) istirdat davasına dönüşür; bu hâlde mahkeme menfi tespit davasına istirdat davası olarak devam eder (Kuru, Baki: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış İcra ve İflâs Hukuku Ders Kitabı, Ankara, 2017, s. 146). Bu durumda İİK’nın 72/6 maddesi gereğince bedele dönüşen isteminin temeli menfi tespit davasıdır.
17.Menfi tespit davasında ispat yükü, kural olarak davalı alacaklıya düşer. Davacı (borçlu), davalının (alacaklının) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkiyi (meselâ borcu) sadece inkâr etmekle yetinmekte ise, yani bu hukukî İlişkinin (borcun) hiç doğmadığını ileri sürmekte ise ispat yükü davalıya düşer. Çünkü hukukî ilişkinin (borcun) varlığını iddia eden davalı olduğu için, ispat yükü davalı alacaklıya düşer (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 190; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) m.6). Fakat, menfi tespit davasını açan davacı (borçlu), davalının (alacaklı) varlığını iddia ettiği hukukî ilişkinin hiç doğmadığını iddia etmeyip, bilakis bu ilişkinin doğduğunu bildirerek başka bir nedenle hukukî ilişkinin geçersiz olduğunu veya son bulduğunu ileri sürmekte ise bu iddiayı ispat yükü TMK’nın 6. maddesi gereğince davacıya düşer. Örneğin; alacaklının dayandığı senedin karşılıksız olduğunu ispat yükü, davacıya (borçluya) düşer. Bunun gibi, davacı (borçlu), davalının (alacaklının) iddia ettiği alacağın ödeme, ibra ve takas gibi bir nedenle son bulduğunu ileri sürerse, bu iddiayı ispat yükü de davacı borçluya düşer (Kuru-El Kitabı, s.370 ilâ 372).
18.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Yazı veya imza inkârı” başlıklı 208. maddesi;
“(1) Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak kullanılır.
(2) Bir belgenin sahteliği iddia edildiğinde, belgenin mahkemeye verildiği tarih yazılıp mühürlenerek, saklanması için mahkemece gerekli tedbirler alınır.
(3) Bir belgenin sahteliğini iddia eden kimse, bunu aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri sürebileceği gibi, bu konuda ayrı bir dava da açabilir.
(4) Resmî bir senetteki yazı veya imzayı inkâr eden tarafın bu iddiası, ancak ilgili evraka resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada incelenip karara bağlanabilir. Asıl davaya bakan hâkim, gerekirse bu konuda imza veya yazıyı inkâr eden tarafa, dava açması için iki haftalık kesin bir süre verir”
Aynı Kanun’un “Yazı veya imza inkârının sonucu” başlıklı 209. maddesi;
“(1) Adi bir senetteki yazı veya imza inkâr edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o senet herhangi bir işleme esas alınamaz.
(2) Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz.
(3)Senede dayanılarak verilmiş olan ihtiyati tedbir, o senet hakkındaki sahtelik iddiasından etkilenmez ve gerektiğinde senet sahibi haklarının korunması için yeni tedbirler talep edebilir” 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Sahtelik incelemesi” başlıklı 211. maddesi ise;
“ (1)Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:
a)Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.
- b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir” şeklinde düzenlemeler içermektedir.
19.Buna göre, HMK’nın 211/a maddesine göre yapılan incelemeye rağmen hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamış ise HMK’nın 266. ve devamı maddelerine göre çözümü özel veya teknik bilgi gerektirdiğinden bilirkişi incelemesine karar verilir. Aynı Kanun’un 211/b maddesine göre bilirkişi incelemesinden önce mevcutsa o tarafa ait karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar ilgili yerlerden getirilir. Bilirkişi o mahkemede elde edilen yazı ve imzalarla inceleme yapar. Bu husus maddenin gerekçesinde “…Bilirkişi incelemesinde, bu yazı ve imzalarla mahkemece elde edilen yazı ve imzalar esas alınır. Bilirkişi inceleme için gerekli görürse kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir…” şeklinde açıklanmıştır. Bu hükümden anlaşılacağı üzere takibe dayanak senedin sahteliğinin bilirkişi raporu ile ispatlanması gerekir. Bilirkişi incelemesinde kullanılacak belgeler mahkeme veya bilirkişi huzurunda alınan imza örnekleri ve mukayeseye esas belgelerdir.
20.İmza incelemesinde öncelikle senedin düzenleme tarihinden öncesine ilişkin borçluya ait olduğu muhakkak olan karşılaştırmaya elverişli imzalarını taşıyan belgeler, keşide tarihine en yakın tarihli olanından başlayarak bilirkişi tarafından mukayeseye esas alınmalıdır. Yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve yeterli teknik donanıma sahip bir laboratuvar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak, grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması, bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir, baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özelliklerin tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta, imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakları gösterilmiş, tarafların, mahkemenin ve Yargıtayın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması, gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduklarının fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır. Nitekim bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.06.2021 tarihli ve 2017/(19)11-925 E., 2021/734 K.; 30.09.2020 tarihli ve 2017/(19)11-931 E., 2020/700 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
21.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 211. maddesinde yer alan ve imza incelemesi konusunda getirilen bu sıraya uyulması zorunludur. Buna göre hâkim imzayı inkâr eden tarafın isticvap edilmesine karar verdiği hâlde, bu davete icabet edilmemesi imzanın ikrar edilmiş sayılması sonucunu doğuracak ve bilirkişi incelemesi yapılmasına ihtiyaç kalmayacaktır. Aynı şekilde inkâr edilen imza ile karşılaştırılan imzanın birbirine benzemediğinin ilk bakışta tespit edilebildiği hâllerde bilirkişi incelemesi yapılmasına gerek yoktur (Pekcanıtez, Hakan/ Özekes, Muhammet/ Akkan, Mine/ Taş Korkmaz, Hülya: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C.II, İstanbul 2017, s. 1795 ).
22.Diğer taraftan adli bilimler disiplininin bir dalı olan kriminalistiğin özel bir sahası olan adli grafoloji ve belge sahteciliği dalı, el yazısı ve imzaların grafolojik açıdan kişinin samimi yazı ve imzalarının karakteristik yazım özelliklerinin tespitini ve belirlenen karakteristiklerin, araştırılan (incelemeye konu olan) yazı ve imzalarda da var olup olmadığının incelenmesini içerir. Bilirkişi inceleme sonucunda senette borçluya atfen atılı bulunan imzanın borçluya ait olup olmadığına ilişkin bir kanaate ulaşır. Mahkemece bilirkişi raporu yeterli görülür ise bu rapora göre, yeterli görülmez ise ek rapor alarak veya yeniden bilirkişi incelemesi yaptırarak sonucuna göre karar verilir.
23.Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki davada mahkemece davalı vekilinin Adli Tıp Kurumundan rapor alınması istemi yerinde görülmemiş, alınan bilirkişi raporları itibariyle davacının icra takibine konu edilen 19.12.2005 tarihli ve 20.000 TL bedelli genel kredi sözleşmesinde davacının müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak gösterildiği ismi altındaki imzanın davacıya ait olmadığının anlaşıldığı, ayrıca davacının kendi kimliği kullanılarak başka kişiler tarafından işlem yapıldığı yönündeki iddiasının ibraz ettiği karar suretlerine göre yerinde olduğu, davacının aleyhine açılan ceza davaları beraatle sonuçlandığı gibi hukuk mahkemelerinde açılan davaların da lehine sonuçlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
24.Ancak, hükme esas alınan raporlar mukayese belgeler açısından yeterli incelemeyi içermediği gibi, hangi belgelerin mukayese belge olarak kabul edildiği de rapor içeriğinden tam olarak anlaşılamamaktadır. Bu nedenle mahkemece, davacının gerek sözleşme tarihinden önce (yakın tarihli), gerekse sözleşme tarihinden sonra (yakın tarihli) attığı samimi imza asıllarının toplanarak, takip dayanağı sözleşmedeki ve diğer belgelerdeki imzanın davacıya ait olup olmadığı konusunda yeterli inceleme ve değerlendirmeyi içeren bir bilirkişi raporu alınarak, varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermek gerekirken eksik hüküm kurulması doğru olmamıştır.
25.Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dosyada yer alan ve hükme esas alınan bilirkişi raporlarının içeriğinden imza incelemesine esas teşkil eden belgelerin incelendiğinin anlaşıldığı, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
26.Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.